Site icon NMT İnsan Kaynakları ve Danışmanlık

Sürdürülebilirlik Yolunda

Eğer kendinizi bir mağaraya ya da bir dağın başına kapatmamışsanız muhtemelen bugüne kadar bir yazının satırları arasında, aldığınız bir ürünün üzerinde, bir web sayfasında ya da hiç olmadı bir reklam filminde mutlaka Sürdürülebilirlik kelimesi ile karşılaşmışsınızdır. Sürdürülebilirlik… Herkesin tahmin edebileceğinden çok daha büyük bir hızla popülaritesi artan bir kelime… Bu hızlı popülariteden dolayı da kurumlar, organizasyonlar hatta ülkeler bir telaş içerisinde… bu telaş, yükselen trende uyumlanma, yeni moda olmuş bir kıyafeti üzerine oldurma çabası. Kimine dar geliyor, kimine bol ama olsun, önemli olan bir yerden başlamış olmak. Bu kıyafeti giymeye özenmiş olmak. Taklit serbest, kopyalamakta özgürsünüz. Neden mi? Çünkü kaybedecek zaman yok, hız kesmeden yayılmalı ve gündemlere oturmalı. Öyle de oluyor galiba. Son on yıl içerisinde ünü hızla artmaya, gözümüze, kulağımıza daha çok çarpmaya başladı ama son beş yılın en çok konuşulan, en çok dikkate alınan konusu olduğu kesin. Herkes doğru yanlış bir sürdürülebilirlik raporu hazırlama peşinde… göze hoş gelecek, paydaşları mutlu edecek bir rapor.

Hani gündemlere oturmalı demiştik ya, bunun en somut kanıtı da istila ettiği gündemlerin ciddiyeti. Dünya Ekonomik Forumu kapsamında her yılın başında hazırlanan Küresel Risk Raporu’ nda 2020 yılında ilk kez önümüzdeki on yılda bizi bekleyen top 10’ daki küresel risklerden ilk beşinin tamamı çevresel risk kategorisinde tanımlandı. O zaman henüz pandemi belasını tam olarak idrak etmemiş olmamızın da etkisi var tabi bu ilk beşin işgalinde ama 2021 yılında da durum çok değişmedi. Covid-19’ un hayatlarımızı alt üst etmesinin etkisi ile ilk beşe salgın hastalıklar konusu bir risk olarak eklendi. Diğer dördü hala ilk beşte duruyor. Nedir ola ki bu riskler derseniz… aşırı hava olayları, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyumdaki başarısızlık, doğal afetler, biyolojik çeşitlilik kaybı ile ekosistem tahribatı ve insan kaynaklı çevresel zarar ve afetler.

Sürdürülebilirlik konusunu daha iyi anlayabilmek amacıyla biraz geçmişine uzanmakta fayda var. 1987 yılında Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland tarafından sürdürülebilirliğin literatüre ilk kez kazandırıldığı yer ‘Ortak Geleceğimiz’ raporundaki şu cümledir; “İnsanlık; doğanın gelecek nesillerin gereksinimlerine yanıt verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçları temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.” Temelde kaynakları korumakla ya da muhafaza etmekle ilgili bir konu. Ancak tanımdan da fark edileceği gibi sadece bu kadarla kalmıyor. Bu tanımdan hareketle Sürdürülebilirliğin sadece çevresel sorunlarla sınırlı kalmadığının, çevre konusunun sacayağının sadece bir parçası olduğunun altını çizmekte de fayda var. Sürdürülebilirlik, varlığını devam ettirebilme ya da devam edebilme yeteneğidir. Literatürde farklı modeller var konuyu açıklamak için. En yaygın kullanılanı dikkate alırsak Çevresel yönetim, ekonomik büyüme ve sosyal gelişim olarak sürdürülebilirliğin çerçevesini çizebiliriz. Görüleceği gibi çevre konusu üçlü sacayağının sadece bir parçası. Koruduğumuz kolladığımız kaynaklara dengeli erişim ve bunların adil dağılımı, adil kullanımı, eşitlik ve insan hakları, yolsuzlukla mücadele de sürdürülebilirliğin çözüm aradığı konular arasında. Kaynaklar olarak nitelendirdiğimiz kısım oldukça geniş. Birleşmiş Milletler bu noktada bütünleştirici ve herkesi aynı bakış açısı etrafında toplama rolünü üstlenerek hem sürdürülebilirlik konusundaki sorunlarımızın ne olduğunu ortaya koyma hem de çözüme odaklanma amacıyla hedefler tanımlayarak evrensel bir eylem çağrısında bulunuyor. Bu hedef setlerinden sonuncusu 2016’ da uygulamaya alınan 17 hedef. Bu hedefleri Üç boyut etrafında toplarsak;

Sürdürülebilirlik asla doğayı korumak için üretim faaliyetlerini durdurmak ve tüm kirletici etkileri ortadan kaldırmak yönünde ortaya atılan romantik bir kavram değildir. Ancak ekonomik büyümeyi sürekli kılmak için doğa katliamı yaparak kaynak kullanımına hunharca devam etmek de hiç değil. Sürdürülebilirlik, bu ikisi arasındaki denge halidir. Takdir edeceğiniz üzere ortada sömürülecek bir şey kalmayınca sömürmenin de bir anlamı kalmayacak. Denge halinden kasıt; Doğaya karşı savaşmadan uyum içerisinde yaşamak. İhtiyacımız olan kaynakların kendisini yenileyebilme, tedavi edebilme, onarabilme yeteneğini köreltmeden ihtiyaç ve isteklerimizi gerçekleştirmek hatta sonraki nesillerin de bunu yapmasına olanak sağlamaktır.

Sürdürülebilirlik, insan ihtiyaçlarını ekolojik kısıtlar dahilinde karşılamakla ilgili iken ekonomi de sürdürülebilirliği gerçekleştirirken para kazanma stratejisidir. Ekosistemin vermekte olduğu kırmızı alarmları dikkate aldığımızda ise bunu bugünün geleneksel yöntemleriyle yapamayacağımız aşikardır. Yeşil bakış açısı üzerine kurulmuş, döngüsel ekonomi ile sürdürülebilir bir şekilde kaynaklarını değerlendiren, tüketmeyen, türeten bir düzen kurmamız mümkün. Bütün tedarik zinciri boyunca ürünün üretildiği andan yaşam döngüsünün sonuna kadar geçen sürecin her adımında iyileştirmemiz gereken alanlar var. Bir işletmenin ürettiği ürün ya da hizmetten sorumlu olduğu kadar o ürün ya da hizmeti ortaya koyarken kullandığı girdilerin de sorumluluğunu taşıyacak bilinçle konuya yaklaşması son derece önemli. Satın aldığı hammadde üretilirken meydana gelen karbon salınımı, su tüketimi gibi kaynak kullanımları, o hammaddeyi üreten insanların çalışma koşulları ne durumda? Sigortaları var mı? Çocuk işçi çalıştırılmış mı? Kadın çalışan var mı? Bebeği olan kadınlar emzirme hakkını kullanabiliyor mu? Dahası aynı işi yapan bir erkek çalışan ile aynı ücreti alabiliyor mu? Bu soru listesi daha çok uzayıp gidebilir, yeter ki sürdürülebilirliğin ne ifade ettiği ve nasıl sağlanacağı anlaşılmış ve bu yolda kollar sıvanmış olsun. Konu tedarik zincirine geldiğinde sadece girdilerin üretimi değil nereden nasıl temin edildiği noktasında da uyanık olmakta fayda var. Özellikle pandemi döneminin de bize öğrettikleri ile üretim ya da hizmet sürekliliğimizi sağlayabilmede tedarik ağımızı mümkün olduğunca kısa mesafede tutma ve yerel üreticiden olabildiğince faydalanma konusu şirketlerin gündemine oturan diğer bir konu. Bu sayede hayatımıza girecek olası herhangi bir küresel sorun karşısında ürün ve hizmet tedariki noktasında aldığımız risklerin etkisi hafifleyecek hem de ulaşım ve nakliye işlemlerimiz sırasında oluşan karbon ayak izimiz de küçülecek.

Esasen işin özü sürdürülebilirlik gözlüğünü – ya da lensini, artık ne kullanmayı tercih edecekseniz- takmakta. Çünkü bu konuda verilebilecek örneklerin ve tavsiyelerin ucu bucağı yok. Sektörden sektöre, endüstriden endüstriye bunları çoğaltmak çeşitlendirmek mümkün hatta önemli olan da kendi dinamikleri içerisinde bu konuyu değerlendirip uygun çözümleri bulabiliyor olmak.

İşte bu noktada NMT olarak bizler, sizleri sürdürülebilirlik konusunda uygun çözümler geliştirmeye ve kendi içinizdeki potansiyeli ortaya çıkarmaya davet ediyoruz. Bunu sadece sizin için değil, gelecek nesiller için de istiyoruz. Çünkü bizler, insanların kendilerini mutlu, faydalı hissettiği bir dünyada yaşamak istiyoruz. Biz, müşterilerimizin ürün ve hizmetlerini üretirken, satarken bir yandan da topluma faydalı olmaya çabaladıklarını, onların bu çabalarına katkıda bulunduğumuzu hissetmek istiyoruz. Bizler, usta bir toplumda, ustaca yaşamak istiyoruz.

Exit mobile version