Bir süredir bitsin artık diye dualar ettiğimiz bir gerilim filmi seyrediyor gibiyiz. İlk birkaç ay seyrettik aslında, sonrasında geldi geliyor, yayılıyor derken hooop kendimizi de içinde bulduk, çıkmaya da çıkamıyoruz. Hem ruhen hem fiziken hapsolduk evlere dillere pelesenk olan yeni terimlerimizle… Pandemi… Yeni normal..
Cümlelerin içerikleri değişti, merak ettiklerimiz değişti – bugün kaç kişi ölmüş, kaç kişi yakalanmış, doğru muymuş bu sayılar yanlış mıymış – gündelik hayatımızın olağan muhabbetleri oldu. Bir de bu yeni normallerimizin iş hayatı versiyonu var tabi. Deselerdi inanır mıydınız hiç patronun evden çalışmayı zorunlu tutacağına? İş yerine gelmeyi yasak edeceğine? Aslında belki de soru şu: patron inanır mıydı kimseyi iş yerinde görmek istemeyeceğine? Ama şu an olanca gerçekliğiyle uzaktan çalışma yöntemi benimsenmiş ve pek çok firma tarafından geri dönüşü olmaksızın uygulamaya alınmış durumda. Geri dönüşü olmayacağını da nereden biliyorsun derseniz, adı büyük pek çok şirket koca koca plazalardaki katlarını boşaltma ve bütçedeki kira giderleri kaleminden tasarruf yazma motivasyonu ile yeni çalışma şekillerini sürekli kılma yolunda ilerliyorlar.
Sonradan her ne kadar normalleşse de başta bu bir acil durumdu ve aslında her iki durumda da sorulması gereken soru “Hazır mıydık bu duruma?” ama maalesef cevap hayır gibi görünüyor. Hazır olduğunu düşünen pek çok şirket bile tabiri caizse bir “çuvallama” durumu yaşadı. Gerek dijitalleşme anlamında gerekse- daha büyük pencereden bakarsak- iş sürekliliği anlamında acil durumlara pek de olması gerektiği gibi hazırlanmamış olduğumuzu keşfettik. Yaşadığımız erişim problemleri, delik deşik güvenlik duvarları, tedarik edilemeyen hammaddeler, aşırı talep karşısında çaresiz kaldığımız durumlar ile. Diyorsanız ki biz çok hızlı uyum sağladık, eskiden odalara doluşup yaptığımız toplantıları hiç aksatmadan hızlıca dijital platformlara taşıdık. Hevesinizi kırmak gibi olmasın ama bunun dijitalleşmenin “dij”i bile olmadığına yönelik parantezimizi hızlıca açıp kapatmış olalım çünkü bu konu kendi içinde ayrı bir derya.
Dijitalleşme ve sürdürülebilirlik arasındaki benzerlik ise “Nasıl” kurulması ve konumlandırılması gerektiği noktasında başlıyor. Malumunuz bir önceki hararetle tutunduğumuz gündem başlığımız “Dijitalleşme” iken zaten son beş yıldır yoğun olarak duyduğumuz ama özellikle de pandemi sürecinden hareketle yeni gündem maddemiz “Sürdürülebilirlik”. Ama nasıl? Sürdürülebilirlik bir yoğurtsa bizim bu yoğurdu yeme şeklimiz aslında bu konuyu ne kadar samimi ve içselleştirmiş olduğumuzu gösteriyor bir kere en başta bunu söyleyebiliriz. Bazı şirketlerin dijitalleşmede yaptığı hata gibi sürdürülebilirliğin başına bir polis, bekçi ya da belki de bir günah keçisi -ne derseniz deyin hepsi aynı kapıya çıkıyor- atayarak elde edeceğimiz yegâne somut kazanım sevimli bir sürdürülebilirlik raporu olabilir. Bu da tabi günah keçimizi ne kadar zorladığımıza bağlı. Oysa olması gereken tam tersi yönde. Sürdürülebilirlik, eğer şirket bazında konuşuyorsak operasyonel çalışanlarınızdan en üst seviye profesyonellerinize kadar her çalışanın takması gereken bir gözlük. Hatta tüm çalışanlar bu gözlüğü takarken şirketin CEO’ sunun ise bir aktivist gibi davranması sürdürülebilirliğin etkisini ve elde edilecek çıktıları zenginleştirecek ve kalıcı hale getirecek, bazı durumlarda ise şirket olarak oyunun dışında kalmamanızı sağlayacaktır. Abarttın mı diyorsunuz? Demeyiniz lütfen çünkü yürürlüğe konmaya hazırlanan bir “Sınırda Karbon Düzenlemesi var ki karbon ayak izinizi “küçültmüyorsanız” ihracat yapamayacak duruma gelebilirsiniz. Özellikle bu konuya önceden hazırlıklı olmak için şirket CEO’ larının öncü olmasında fayda var. Bunu ilk kez bu satırlarda okuyorsanız çoktan geç bile kaldığınız söylenebilir. Bu dip notları takiben ama nasılını açıklamaya devam edelim.
Sürdürülebilirlik bütünsel olarak ele alınması gereken bir kavramdır. Hem içerdiği konular itibariyle hem de herkes tarafından sahiplenilmesi gerektiği itibariyle. Dolayısıyla bunu bir kurulum gibi düşünürsek pek çok farklı parçayı birbiriyle uyumlu işleyecek şekilde tasarlamalısınız. Çevreyi korumaya odaklanıp, eşitliği bir kenara bırakırsanız, İnsan Kaynakları Departmanı, Çevre Departmanı yürütsün bu işleri üretim kendi işine baksın derseniz yarım kalırsınız. Tekil parçalardan ziyade sonucu odağına alarak bu parçaların birlikte nasıl daha verimli çıktılar sağladığı ile ilgilenir sürdürülebilir yaklaşım.
NMT olarak müşterilerimizin sürdürülebilirlik konusunu yönetebildikleri bir artı değere dönüştürebilmeleri için sistemsel dönüşümünü olmazsa olmaz müdahale olarak görüyor ve yürüttüğümüz çalışmaların odağına yerleştiriyoruz. Bu dönüşümü gerçekleştirebilmek için sistemin dinamiklerini, rol ve sorumlulukları, ortaya çıkan sonuçları anlamak ve risklerin farkında olmak ilk aşama. Bu sayede yapacağımız müdahaleler rastgele değil, nokta atışı soruna odaklanacak, aynen bir katalizör gibi bizi sonuca taşıyacak nitelikte ve çözümü hızlandıracaktır.
Konu hazır risklere gelmişken olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir diğer hususu ele alalım. Karşı karşıya olduğumuz aşırı hava olayları, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyumdaki başarısızlık, biyolojik çeşitlilik kaybı gibi riskler sadece sebep olanı bağlamıyor maalesef küresel boyutta krizlere sebep oluyor. Bu nedenle de bu sorunları hiçbir ülke, hiçbir şirket ya da organizasyon tek başına çözemez. Örneğin iklim değişikliği en çok sera gazı emisyonu oluşturan şirketin ya da ülkenin tepesinde bir kara bulut gibi belirseydi ne kolay olurdu çözmek değil mi?
Sorunun tek bir denkleme dayanmaması ve tek bir çözümünün olmaması bu durumun karmaşıklığını arttırıyor. O halde cevap verilmesi gereken soru şu: tanımlanan riskler ve kıt kaynaklar karşısında sonu hazırlayacak şekilde ölesiye rekabete devam mı edeceğiz? Yoksa iş birlikleri ile çözüm yolunda mı ilerleyeceğiz? El birliği ile yarattığımız ve büyüttüğümüz riskleri iş birliği ile minimize etmek gezegenimize karşı daha adilane bir yaklaşım olacak sanki… Burada bir küçük hatırlatıcı parantez daha açmak gerekirse; sürdürülebilirlik konusundaki iyi uygulamalarımız, bu konuda kat ettiğimiz yol ne kadar örnek alınır ne kadar taklit edilir ne kadar yaygınlaşırsa ortak geleceğimiz adına o kadar kardayız demektir.
Bütün bunlar aslında belki başta bilmeden ama sonrasında yaşayarak tecrübe ettiğimiz ve öğrendiğimiz ortak değerler etrafında buluşturmalı bizi. Buluşturmalı ki, belirlediğimiz zaman sınırlı, sayısal ölçüt ve hedeflerle birlikte geri dönülmez şekilde değişimi gerçekleştirelim. Amaçlar için ortaklıklar yapabilelim, güçlü iş birlikleri kurabilelim. Ortak değerler, varılan hedeflerin kalıcı olmasını, değişimin geri dönülmez şekilde benimsenmesini, içselleştirilmesini sağlayan hedeflere ulaşırken izleyeceğimiz yolun zeminini sağlamlaştıran araçlardır ve kurum kültürü göz önünde bulundurularak terzi usulü oluşturulmalıdır.
Bu değişim sürecinde kullanmayı ihmal etmememiz gereken bir diğer anahtarı da belirtmeden geçmeyelim. Temel bağlılığımızı ve farklılıklarımızdan ziyade altta yatan benzerliklerimizi keşfederek, gerçekleştirmekte olduğumuz Küresel Değişim için gerekli olan bir yapıştırıcı etkisini kullanmak. Bir ortak dil. Birbirimizle ilişki kurma şeklimiz, nasıl iletişim kurduğumuz, kendimizi ilişki içinde nasıl bulduğumuz, bu büyük değişim döneminden geçmek için gereken tüm çabaları yaratmada ve desteklemede hayati bir rol oynar. Farklı kültürleri, farklı geçmişleri ve alışkanlıkları düşünürsek empati yapabilmek ve çözümsüzlük hissi yaşanan noktalarda gerek iyi uygulamalar gerekse tecrübeler bu anahtarı kullanmak için fırsat. Fırsat çünkü zincir, en zayıf halkası kadar güçlü. Kaybedecek zamanın olmadığı, kaynakların hızla tükendiği bir dünyada bu anahtarı kullanmaktan imtina edemeyiz. Bahsettiğimiz empatinin kurumlar, sektörler ve hatta endüstriler boyutunda iş birlikleri ile sağlanabileceğinin altını bir kez daha çizmekte fayda olabilir.
Görüleceği üzere hem içeriğindeki konuların zenginliği hem de dokunması gereken tarafların kalabalıklığı ve de zaman kısıtı göz önünde bulundurulduğunda nadide desenlerle dolu bir halı gibi dokunması, çok sesli bir orkestra gibi yönetilmesi gereken incelikli bir konu sürdürülebilirlik. Doğru yerde, doğru zamanda olması gereken tonu gördüğümüz ve duyduğumuzda ancak bu yolda başarı elde edebiliriz. Varılacak hedef kadar yolda öğreneceklerimizin de değerli olduğu bir yolculuk bu, vazgeçmeden kararlılıkla devam etmemiz gereken.
NMT olarak biz de gelecek nesillerin alacağı nefese, yaşayacağı insani koşullara yatırım yaparken sizlere bu yolda eşlik etmekten ve birlikte tasarlamaktan mutlu olacağız. Sürdürülebilirlik konusunda bireysel sorumluluklarımızın yanında sorumlu ve etik değerlere sahip bir danışmanlık şirketi olarak da rehberlik görevimizi, bilgi birikimimizi en üst seviyede aktararak yerine getireceğiz.