Kariyerinizde kaç kez birinin “Bu imkânsız- yapılamaz” dediğine tanık oldunuz? Belki de böyle bir cümleyi bizzat kendiniz kullandınız. Ben pek çok kez kullandığımı hatırlıyorum. Sırf bu yüzden yaptığım tüm çalışmalarda aynı hataya bir daha düşmemek için kendimi sürekli olarak imkânsızlığın mantığına meydan okumaya teşvik ediyorum. Çünkü, bir şeyin henüz başarılmamış olmasının, o şeyin imkânsızlığını değil, söz konusu ne olursa olsun onun henüz gerçekleşmediğini gösterdiğine inanıyorum. Basitçe söylemek gerekirse, istenen sonucun henüz gerçekleşmemiş olması, imkânsızlığın değil, başarı eksikliğinin işaretidir.
Tarih, tedavi edilemez hastalıkların tedavi edilebilir hale geldiğini defalarca kanıtladı ve kanıtlamaya devam edecek. Çoğu kez sözde bilim yasalarının hatalı olduklarını gördük ve bir zamanlar aşılmaz olduğuna inanılan fiziksel sınırlar sonunda aşıldı. Aslında olasılığın önündeki engeller imkânsızlığı doğurur. Peki olasılığın önündeki bu engeller kaldırılırsa ne olur? Michelangelo, Einstein, Ford ya da Wright Kardeşler, olasılığın önündeki engelleri aşmanın imkânsızlığını kabul etselerdi ne olurdu? Ya Gates, Jobs ve Musk olabileceklerin olasılıkları yerine mevcut olana odaklansalardı? Ya da bundan sonra gelecek nesil araştırmacılarımız, bilim insanlarımız, girişimcilerimiz ve akademisyenlerimiz geleneksel düşünceye meydan okumakta başarısız olursa? Ya şirketlerimizde veya ülkemizde liderler statükoyu kabul edilebilir görmeye devam ederse ne olur?
Bir şirket veya toplum gelişmek istiyorsa liderleri, varsayımları veya kabulleri tek gerçek, yeterince iyiyi ise iyi olarak kabul etmemeli. Zaman zaman itici gelse de (ki bence her zaman itici bir güç gerekiyor:) liderliğin ayrıcalığı her zaman daha fazlasını talep etmektir. Çünkü liderler tarafından yeterli zaman ve kaynak sağlandığında, başarılamayacak hiçbir şey olamayacağına inanıyorum. Başarılı bir sonucun veya keşfin olmadığı yerde yaratıcılık, eleştirel düşünce, odaklanmış enerji, çaba ya da kaynaklar ve bütün bunları besleyen liderlik eksikliği vardır. Bir lider olarak “benim kaynaklarım eksik ya da yok” derseniz, çok becerikli olmadığınızı düşünürüm. Vaktiniz olmadığını söylerseniz, çok odaklanmadığınız sonucuna varırım. Tabağınızda çok fazla şey olduğunu ima ederseniz, çok disiplinli olmadığınıza inanırım. Benim tezim basit: İmkânsızlık ancak liderliğin yokluğunda bir olasılık haline gelir. Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşını düşünün. Liderlik, olabilecek ve olacak olan arasındaki en önemli farkı yaratmamış mıydı?
Liderler statükoyu kabul etmeyi reddetmeli ve tekerleği yeniden keşfetmeye odaklanmalıdır. Düşünsenize eğer hiç kimse tekerleği yeniden icat etmeseydi, lastiklerimiz yine taştan yapılıyor olmaz mıydı? Ne zaman liderlerin yeni yollar keşfetmek yerine mevcut durumu cilalamaya odaklandığını görsem, kuma imkânsızlık çizgisini gereksiz yere çizmiş insanlar aklıma geliyor. Bir liderin ana işi ortamdaki imkânsızlık çizgilerini silmek, sıradanlığı bozmak, normlara meydan okumaktır. Onları inşa etmek değil. Kısaca siz ona imkânsız diyene kadar hiçbir şey imkânsız değildir.